Dün arazi yönetmeliği üzerinden gündem yine Tarımdı.

Teknik olarak:

a) Neyi planlayacaklarını planlamadıkları için yani ülkenin MAKRO DÜZEYLİ “ULUSAL TARIM MASTER PLANI” olmadığı için uygulaması ölü doğan bir yönetmelik.

Sonuç Kaos olur.

Yani peşin söylersem eğer yönetmeliği önemsemek bana yersiz geliyor!

b) Makro planı olmayan bir işin politikası yok demektir.

Politika için ise anket, veri toplamak, teknik bilgileri kendi içinde analiz etmek yetmez.

Daha büyük deneyim, ülkesel ve Uluslararası (UA) boyutta bilgi ve analiz yeteneği gerekir.

Yani mikro ve makro planlamayı birlikte de yapamazlar.

En az 1.000 kişilik böyle bir ekip olması gerekir.

Var mı?

Yok.

c) Tarım ve ona dair makro planlama bir bütündür.

Katma Değeri kapsamak zorundadır.

Zaten ülkenin sorunu ne üretim verimliliği ne de üretim planlamasıdır.

Siz çiftçi faaliyetlerini her boyutta regüle ettiğinizde, çiftçiler hem üretim verimliliğini hem de üretim planlamasını otomatikman yaparlar.

O halde yapacağınız plan, Tarım kavramını tam kapsamalıdır.

Bitkisel Hayvansal üretim ve alt bileşenleri, Ormancılık (orman değil, orman başka bir şey ormancılık çok başka bir şey)

Tarımsal sanayi

Kırsal Kalkınma

Kırsal alanın sosyal ve kültürel ilişkileri vb. bütün ağı ve bileşenleri bir katma değer planına dahil etmelidir.

Bütün ülkeler böyle yapıyor.

AB 27 ülkede bunu yapıyor.

ABD, Çin buna dikkat ediyor.

Bu durumda yönetmelik kadar boşlukta olamaz derseniz eğer;

Bir "hinlik" aramamız mümkündür.

Bakalım:

Büyük şirketlere alan açılıyor fikrine kesinlikle katılmıyorum.

Çünkü Tarım, özgün ve yerel özellikleri olan sistemin içinden gel/e/meyenlerin yapacağı bir faaliyet değildir.

Dahası, büyük şirketler en az 30 hektar birleşik parsel ister.

Dahası, kendi üretim araçlarını, elektrik, su, yol, özkaynak, depo, pazar kendisi yönetsin ister.

Dahası, profesyonel işçilik ve istihdam ister.

Makine ekipman, teknoloji kullanımına uygun arazi/ortam ister.

Belki de en önemlisi ülkede tarımsal yatırım iklimi olmasını ister.

Daha çok şey ister, daha çok gerek şarta bağlıdır.

Bunlardan biri ya da birkaçı var diyebilen var mı?

Yok.

Suriyeli ve yabancılara kiralama konusu ise bana çok fazla zorlama geliyor.

Profesyonel şirketler için uygun olmayan ortamın birkaç dönüm, birkaç baş uğraşı için dağ bayır, kabul edilmeyecekleri yerlerde, bilmedikleri işleri yapacaklarını düşünmek fazla hayalcilik gibi.

Küçük işletmeler yürüseydi zaten sahipleri terketmezdi.

Burada belki UA ya da demografik bir plan düşünülebilir.

Hatta mesele milli güvenlik olunca en küçük riskler bile önemlidir.

Ancak toplu olarak planlı bir yerleşim olmadıkça ki buna izin verilemez, yerel dirençler bunu mümkün kılmayacaktır.

Ya da kısa bir süre sonra, ya yabancılar yapılan el altı destekleri alıp gidecek ya da yerel de ekonomik koşullar oralarda tutunmalarına engel olacaktır.

Bu nokta da çok gürültü ile meşrulaştırmaya çalışılan Afgan çobanlar meselesi var ki;

Ortada bir sürü ve yerli bir sahibi olmalı.

Afgan çobana bir barınak, mera ve sürü bağışı yapmayacaksak!

Geldik işin bam teline.

Devlet milletin arazisine çökecek meselesine.

Bence asıl kaos burada yatıyor.

Amaç bu mudur, bilmiyorum.

Amaç budur diyemiyorum çünkü bu kadarını düşünemiyorum.

Olsa olsa bilgisizliktir diyorum.

Yerel şartları bilmemektir.

33-35 milyon parsel 40 milyon hissedar.

İşlenmeyen araziler bölük pörçük, parçalı.

Hukuksal ve uygulamadaki doğacak asayiş vs sorunları aşılacak gibi değil.

Zaten ekonomik sonuçlu bir işin hukuk/yönetmelik ile çözülmeye çalışılması abesle iştigal.

Bir de kayıtsız “de facto” işlenen yerler var.

Çiftçi/komşu/akraba boş arazi, giriyor işliyor.

Otunu, meyvesini alıyor.

Otlatma yapıyor.

Yani aslında kullanılıyor ama resmi olarak boş görünüyor.

Orayı kiraya vermeye kalkarsak bu defa “de facto” kullanan çiftçiyi yıkmış olacağız.

Kaldı ki ister kullansın ister kullanmasın hiçbir çiftçi burnunun dibinde tanımadığı birini istemez, barındırmaz.

Acaba hinlik hobi bahçelerinin, villaların, kaçak zengin kentlilerin malikanelerinin, zeytinlik ve meyve plantasyonlarına konuşlanmış ya da konuşlanacaklara bir imkân yaratmak mıdır?

O yapılara meşruiyet sağlamak mıdır?

Tapuda tarla bahçe yazdığı halde üzerine bir konut kondurulmuş ancak tarım yapılmadığı için boş görünen yerleri sezon sezon kiralayıp normalleştirmek midir?

Olur mu olur.

Ayrıca yerelin dışında yapılacak kiralamalar ile arazilere bu tür yapıların kondurulmasının nasıl önü iyice açılmak mı istenmektedir?

Yani kiraladık 5 dönüm yer önce bir konteyner, sonra eklenti, sonra çelik konstrüksiyon prefabrik, sonra, sonrası tutana aşk olsun artık!

Ülkenin ve yerelin sosyopsikolik koşullarını göz önüne aldığımda yönetmeliğin bu hinliği gerçekleştirmenin yolunu açacağını sanıyorum.

Geriye kalan bir şey daha var:

Bu proje ve bunun güya politikası, bir yerlerden kopya edilmiş, empoze edilmiş, gündeme gelmenin, durumu kurtarmanın, bir yerlere bakın politika üretiyoruz, bu proje ile tarımın ve gıda güvenliğinin sorunlarını çözüyoruz, üretim artacak, gıda ucuzlayacak, enflasyon düşecek diye yerini birkaç zaman daha korumanın bir yolu olarak sahaya sürülmüştür.

Yani yine mış gibi yapılarak koltuklar sağlama alınmak istenmektedir.

Zaten Tarım kavramını bile doğru kullan/a/mayan, bir bürokratik çevrede, bakanlık üstü yerlerde, hangi işin altı irdelendi ki bu irdelensin rahatlığı ile projeye girişildiği kanaatindeyim.

Nasıl olsa "kervan yolda dizilir."

Ehh bir de bonusları var.

Reklamın iyisi kötüsü olmaz.

Bakın önüne gelen konuşuyor.

Çoğu da boş konuşuyor.

Bunu da kullanırız.

Gel keyfim gel.

2 Yıl oyalanırız.

Sonrası zaten bize karanlık.

Budur.

Hepimizi züğürt yaptılar anlayacağınız.

Gerisi yok.