Önsel Ünal / Gazeteci-Yazar / [email protected]
Sendikal hak, hukuki özelliği itibariyle insan hakkı niteliğinde bir sosyal hak olması sebebiyle Anayasal bir hak olduğu için “herkese" tanınmış bir haktır.
Tarihin yüklemiş olduğu misyon, sendikaları çağdaş demokratik toplumun temel taşıyıcı sütunlarından biri haline getirdi. Bu husus daha 1907 yılında bile ABD tarihinin gelmiş geçmiş en büyük hukukçularından Clarence DARROW'un bir davada yaptığı savunmada kullandığı ifadelerde net bir şekilde ortaya koyuluyor.
DARROW, Idaho eyaleti eski valisi Frank R. STEUNENBERG'i öldürmekle suçlanan ve dava sonunda beraat eden işçi lideri William D. HAYWOOD'un savunmasında;
“Tüm hatalarına rağmen, sendikalar insanlığa, insanların var oldukları tarihten bu yana kurdukları tüm örgütlerden daha fazla katkıda bulunmuşlardır."
Bugün Türkiye'de her ne kadar işçilere sendikal haklar tanınsa da bugün teşkilatlı işyerleri sendikasızlaştırılarak veya teşkilatsız işyerlerindeki işçilerin teşkilatlanması işverenlerce bir takım taktiklerle zorlaştırılarak sendikaların gücü ve etkisi azaltılmakta; sendikalar, işverenler tarafından uygulanan bu politikalar karşısında kurumsal ve yasal olarak korunmamaktadır.
Bu sorun sendikaların genel sorunudur.
Korku yaklaşımıyla hareket eden işyerlerinde işveren tarafından işçilere yönelik baskı, tehdit, sözlü taciz, gözdağı verme, teşkilatlanma faaliyetini önceden haber alıp engellemek için işçiler arasına muhbirler sokma ve işçiler arasında güvensizlik yaratma, teşkilatlanmanın başını çeken kısım ustabaşlarını, işçileri veya sendikaya üye olan tüm işçileri ya da bir kısmını işten çıkarma, sendikaya üye olan işçileri fazla mesaiye bırakmama ve işçilerin ücretlerinden keyfi kesintilere giderek sendikalı işçilerin reel ücretlerini düşürme, sendikaya üye olan işçileri yıldırmak için olur olmadık tutanaklar tutma ve işçinin görev yerini değiştirme gibi kırk harami yöntemleri sergilenmektedir.
Bir sendikaya üye olmak, işçinin bir nevi kendi geleceğini garanti altına alması demektir. Teşkilatlanmada korku duvarları yıkılmadığı sürece ekmek mücadelesi anlamını yitirir.
Türkiye'de gıda işkolunda çalışanların genel ücret aralığına baktığımızda yüzde 90'nının asgari ücret ya da onun biraz üzerinde olduğunu söylemek mümkündür.
Teşkilatlanma sürecinde işçilere işinden memnun musun? Ücret yeterli mi? İşveren fazla mesailerinizi ödüyor mu? Gibi sorular yöneltildiğinde genel olarak memnuniyetsizlikler dile getirilirken, sendikalı olmak, hem cazip gelmekle birlikte çekimser davranış sergilemelerinin sebebi işindeki memnuniyetsizliğe rağmen işsiz kalma korkusudur ki her ne olursa olsun işçi için önemli olan sigorta primlerinin her ay düzenli yatırılmasıdır. Sendikaya kafası yatmasına rağmen sıralama olarak ikinci sırada yer vermektedir.
Aslında işçilerin sendikalara bakışı bölgesel farklılıklara ya da ailesel gelire göre de şekillenmektedir. Mesela; hayvancılık işiyle uğraşan ve geliri ortalama olarak daha iyi olan bir aile yapısında başka işlerde çalışan aile bireyleri için sendikalar pek cazip gelmemektedir.
Çünkü ikinci bir gelir kapıları daha vardır. Hatta çalıştıkları fabrikadan asgari ücret almalarına rağmen asgari ücretin iki katını, hatta fazlasını hayvanlarını otlatmak üzere çobanlara ödemeleri dikkatle incelenmesi gereken bir örnektir. İşçi için burada önemli olan, bir sosyal güvenceye yani primlerinin düzenli olarak yatırılmasıdır.
Bütün bunların yanında dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de işverenler tarafından özellikle sendikalı işçiler için uygulanan ve son zamanların modası haline gelen kara liste uygulaması işçilerin gözünü iyice korkutmaktadır.
Özellikle Serbest Bölge ve Organize Sanayi Bölgelerinde sendikalara karşı işverenler arasındaki dayanışma artarken, işverenler sendikal nedenlerle işten çıkarılan bir işçiyi oluşturdukları kara liste havuzunda tutarak birbirlerini bilgilendirmekte ve bu işçileri işe almamaktadırlar.
Karşısında direnen bir işçi ve sendika gördüklerinde ise son çare olarak sendikaları ikame etmeye yönelik politikaları devreye sokmaktadırlar. Bu yaklaşımda işverenlerin taktikleri akılları zorlamaktadır.
Örneğin; sendikaların gereksiz teşkilatlar olduğunu savunurken, işçileri sendikalaşmadan vazgeçirebilmek adına daha önce vermedikleri, işçilere maaş dışı maddi yardım, fazla mesailerin izin yerine ücretlendirilmesi, işçilere sendikaya üye olmamaları durumunda yüksek maaş artışı sağlanacağını vaat etme gibi girişimler örnek verilebilir.
Konuyu bağlayacak olursak, Türkiye'de büyük işletme sahiplerinin geneli bir İşveren Sendikası üyesidirler.
Yani patronların da bir sendikası bulunmaktadır. Hal böyle iken işverenlerin işçilere yönelik Anayasal bir hak olan sendikal hakları elde etmek adına gösterdikleri direnç anlamsız, yersiz ve tepki çekicidir.
Hatta ve hatta Anayasal bir hak olan sendikal tercihin Ali Cengiz oyunlarıyla adeta işçi-işveren ve sendika savaşına dönüştürülerek işçinin işten atılmasıyla son bulması işverenlerin işlediği bir 'İnsanlık Suçu' niteliğindedir. Sözkonusu örneklemeler manidar olduğu kadar ibretlik bir vesikadır.
Yukarıda değindiğim sorunlar aslında sadece gıda işkolunda değil, tüm işkollarında yaşanmaktadır. Ancak, bir gerçek var ki işçinin haklarının tam olarak ödenmediği, işyeri şartlarının giderek ağırlaştığı, tüm sosyal haklardan mahrum bırakıldığı her ortamda sendikalar varlıklarını hissettirecektir.
Artık işverenler de kırk harami yöntemlerini bir kenara bırakarak sendikalarla ortak akıl ve uzlaşıyla bu sorunu çözmelidirler.
Yoksa Demokles'in kılıcı bir gün el değiştirirse durum içinden çıkılamaz bir hale alır ki bunu kimse istemez bizden söylemesi.
TARIMDAN HABER