www.ciftcikulubu.net'ten Erhan Karapınar, 'Ziraat Odaları ve büyük hüsran' başlıklı bir yazı kaleme aldı. Karapınar, kanunla ziraat odalarına verilen görevlerin yapılmadığını buna karşılık yapılan tek şeyin çiftçiden alınan üyelik aidatı karşılığı çiftçinin kayıtlarını tutmak ve sorunlar dayanılmaz hal aldığında ise çiftçi adına ürkek basın açıklası yapmak olduğunu kaydetti. Karapınar'ın dikkat çeken yazısı şöyle...
Gelişmiş demokratik ülkeler planlı toplumlardır. Yaşayabilecekleri savaş, kıtlık, salgın hastalık gibi sorunların gıda üretiminde ciddi azalmalara veya fiyat artışlarına yol açabileceğini öngördüklerinden; hayati öneme sahip gıda üretimini, kırsalı ve üreticiyi güçlü tutacak stratejik planları çok önceden hazırlarlar. Üretimin aksamadan sürdürülebilmesi ve tüketiciye ulaşması için her türlü tedbiri alırlar. İşte bu nedenle, gıda üretiminin doğası gereği; çiftçinin muhatabı olabilecek güçlü bir örgütlü yapıya ihtiyaç vardır.
Üretici çiftçinin modern usullerle tarım yapabilmesi, yüksek teknoloji uygulamalarını geliştirebilmesi, üretimde verimliliği-kaliteyi yakalayabilmesi ve rekabetçi bir yapı oluşturabilmesi için; önce birlik oluşturması, sonra devlet-sanayici-üniversite ve araştırma kuruluşları ile işbirliği yapması gerekir.
Tüm bunlar yeterli olmaz. Türkiye’de tarımla iştigal ettiği bilinen 2,5 milyona yakın çiftçinin sorunu sadece üretim, satış ve pazarlama ile ilgili olanları değildir. Bunlardan çok daha önemli olan sorunları vardır. Arazi yollarının bakımsızlığından ve yetersizliğinden, temiz sulama suyuna, temin edemediği kaliteli elektriğe kadar birçok sorunu vardır. Son yıllarda kentlerin büyümesi ve üretim alanlarına yaklaşması gibi nedenlerle çok ciddi güvenlik sorunları yaşamaktadır. Ama en önemlisi devlete ve bilgiye ulaşmakta karşılaştığı sorunlardır. Türk tarım toplumunun örgütlü bir yapısı olmadığı gibi; çiftçinin, geleneksel ve köhne işbirliği yöntemleri dışında sesini duyurabileceği mecralar da bulamamaktadır.
Bu makus talihin kırılacağı yolundaki ilk işaretler, Türkiye’nin, 1987 yılında başlayan, Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreci ile belirir. AB ile tam üyelik müzakerelerinin en önemli başlıklarından birisi tarım sektörü ile ilgili olanıdır. AB muktesebatının neredeyse yarısını Ortak Tarım Politikası (OTP) oluşturur. Tarım; ülkelerin besin ihtiyacının karşılanması, istihdama olan katkısı, tarımsal sanayiye hammadde sağlaması ve dış ticarette yaratacağı kaynak nedeniyle (OTP) hem Türkiye, hem Avrupa Birliği için çok önemlidir.
Türkiye 2001 yılından itibaren uygulamaya başladığı Tarım Reformu Projesi ile tüm tarımsal fiyat desteklemeleri ve girdi sübvansiyonlarını kaldırarak Doğrudan Gelir Desteklemesi Sistemi’ne geçmek gibi radikal değişikliklere gider. Ayrıca, fiyat ve girdi desteklerinin kaldırılması ve tarımdaki devlet işletmelerinin özelleştirilerek, tarım ürünlerinin işlenmesi ve pazarlanmasında hükümet müdahalesinin azaltılması gibi bir yöntemi de kabul eder.
Bu yöntemle üretim, tüketim ve dış ticaret kararları serbest piyasa ekonomisinin koşullarına göre oluşacak, toplumsal refah kayıpları ortadan kaldırılacak ve doğrudan gelir destek harcamalarının izlenebilmesi mümkün hale gelecektir. Asıl ve en önemli değişiklik ise, tarımsal üretim sektörü içerisinde bulunanları örgütlü bir yapıya kavuşturma çabalarıdır. Demokrasisi ve ekonomisi gelişmiş her ülkede kırsal alanda yaşayanları ve tarımsal faaliyet içinde bulunanları kapsayan güçlü bir örgütlü yapı mevcutken; Türkiye’de, sadece çiftçiyi kayıt altına alma çabası için kurulmuş Ziraat Odaları ve siyasetin elini içerisinde hiç çekmediği Üretici Birlikleri dışında örgütlü yapısı yoktur. Türkiye’de 1980’li yıllarda başlayan neo-liberal politikalar sonucu gelişen serbest piyasa kurallarına uyum sağlayamayan üretici birliklerinin büyük bir bölümü darmadağın olurken, elde sadece Ziraat Odaları kalmıştır.
Aslında Türkiye Ziraat Odaları Birliği 1946 yılından beri Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonunun (IFAP) üyesidir. IFAP 80 ülkenin ve 600 milyon çiftçinin ortağı olduğu 115 örgütün ortak kuruluşudur. Avrupa Birliği de benzer bir yapılanmaya gitmiştir. 1959 yılından beri faaliyette olan Profesyonel Tarım Örgütleri Komitesi (COPA); AB ülkeleri ile Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 7 diğer ülkeden, 53 üretici örgütün ortak kuruluşudur. Ziraat Odaları Birliği her iki komitenin de üyesi olur.
Yine Türkiye-AB İstişare Komitesi (KİK) ile de, diğer sivil toplum örgütleriyle birlikte; Türk ve AB Ekonomik ve Sosyal çevreleri arasında diyalog ve yakınlaşmanın temin edilmesi ve Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunun kolaylaştırılması için çalışmalar yürütmesi gerekmektedir. Ziraat Odası KİK’in de önemli bir üyesidir.
Elde elle tutulur örgütlü bir yapı bulunmayınca; iyi kötü çiftçi’yi kayıt altına alma çabalarını sürdüren bir Ziraat Odası olunca, tüm ilgi Ziraat Odası’na yönelir. 6964 Sayılı “Ziraat Odaları ve Ziraat Odaları Birliği kanunu”ndaki; çiftçinin örgütlü bir yapı kurmasını önleyen, onu baskılayan, demokrat olmayan maddeleri ayıklanır ve 03.06.2004 tarihinde yapılan bir değişiklikle görev ve yetkileri yeniden tanımlanır. Ama en önemli değişiklik ise yine aynı yıl içinde, 17.09.2004 gün ve 5234 sayılı yasanın 28. maddesi ile yapılan bir değişikliktir.
Kanunda yapılan değişiklik Ziraat Odaları’na; Bütçe imkanlarına bağlı olarak, ziraat ile ilgili laboratuvarlar, müzeler, kulüpler, kitaplıklar, seyyar sinemalar, bitki hastalıklarıyla mücadele, ilaçlama yerleri kurmak ve ziraî ilaç, veteriner ilaçları, gübre, tohum gibi girdi satış yerleri, her türlü ziraat ve ziraî sanayî tesisleri, fidanlık ve ağaçlıklar, damızlık ve örnek ahır ve ağılları, aşım durakları, ziraat işletmeleri, çiftçi danışmanlığı merkezleri açmak ve işletmek, hayvan hastalıkları teşhis ve tedavi hizmetlerinde bulunmak, sulama, kurutma, ağaçlandırma, toprak koruma ve verimliliği muhafaza konularında çalışmak, uygulama, tesis inşası ve benzeri faaliyetlerde bulunmak, çiftçilerin üretim ve meslekleriyle ilgili her türlü ihtiyaçlarını karşılamak, bu hizmetleri yerine getirmek için gerekli teknik personel ve sağlık personeli istihdam etme görevi verilir.
Kanunla Ziraat Odaları’na bu tür görevler verilmiştir ama, zaman içinde Ziraat Odaları bu görevleri hiç üstüne almaz. Bütçe imkanlarını artırmak için herhangi bir çabanın içine girmez. Ülkenin en stratejik üretim grupları adına baskı oluşturmaz. Çiftçi için destek birimleri kurmaz. Yaptıkları tek şey çiftçiden aldıkları üyelik aidatı karşılığı çiftçinin kayıtlarını oluşturmak ve sorunları dayanılmaz hal aldığında, çiftçi adına ürkek basın açıklamaları yapmak olur.
Aslında girmeye çalıştığımız AB üyesi ülkelerde, emsal örgütlenmelerin faaliyetlerini izleyince, Ziraat Odaları’na görev olarak verilen bitki hastalıklarıyla mücadele, ilaçlama yerleri kurmak ve ziraî ilaç, veteriner ilaçları, gübre, tohum gibi girdi satış yerleri, her türlü ziraat ve ziraî sanayî tesisleri kurma görevinin ne derece önemli bir görev olduğu anlaşılır. Yakın zaman göstermiştir ki; ülkede yaşanılan ekonomik ve sağlık sorunların tarım ürünleri girdilerinde olağan üstü fiyat artışlarına sebep oluyor, yerine getirilmeyen bir görevin acısını tarımsal ürün üreticisi çekiyor.
Türkiye’nin 1987 yılında başladığı Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakere sürecinde aksamalar yaşanmıştır ama; AB muktesebatı oluşturma yolunda girilen yol doğru bir yoldur. Siyasi irade AB’ne girmekte isteksiz davransa bile çiftçi adına sözcülük görevi üstlenmiş olanların en azından Avrupa Birliği muktesebatının tamamlanması için istekli davranması ve baskı ouşturması gerekirken; bu alan da Ziraat Odaları’nın ilgi alanlarına girmez, yasal düzenlemelerin tamamlanması için en küçük bir çabaları gözlenmez.
Oysa örgütlü toplum demek, sessiz çoğunluğun sesli hale gelmesidir. Toplumun ortak konularda uzlaşarak, tavır ve görüş belirtmesidir. Oy veren çoğunluğun verdiği oyun arkasını aramasıdır. Hak aramak, talepte bulunmaktır. Öyleyse ne gerek vardır soruna? Ne gerek vardır siyasi irade ile arayı açmaya, keyif kaçırmaya? Suya sabuna dokunmadan yapılan görev en iyi görevdir. Bu nedenle, en uzun soluklu görevler hep Ziraat Odaları’nda olmuştur.
Ama bilinmelidir ki; kamu hizmeti verenlere kanunla verilmiş görevleri yapmamak “görev ihlali”dir. Görev ihlali ise yasalarımızda suç olarak tanımlanmıştır.