İnsanlığa sunulmuş en büyük nimet olan su; tüm insanlığın ortak malıdır. Deniz, göl ve ırmak gibi su kaynakları kimsenin mülkiyetinde sayılmaz.
Her canlının bunlardan yararlanma hakkı vardır.
İnsanların ilk yerleşim yerleri deltalar, taşkın ovalar, göl ve akarsu kıyıları olmuştur. Mısırlılar, Mezopotamyalılar, Çinliler, Hintliler, İnduslar, Aztekler gibi pek çok topluluk binlerce yıl sulak alanlarla iç içe yaşadılar.
Her yıl yenilenen verimli taşkın ovalarda tarım ve hayvancılık yaptılar, sazından, balığına ve kuşuna sulak alanların sağladığı imkanlarla büyük medeniyetler kurdular.
İnsanlar yeryüzüne yayılacak gücü sulak alanlar sayesinde elde etti.
Milyonlarca insanın ölümüne yol açan sıtmanın kaynağının sivrisinek olduğunu öğrenince, insanların sulak alanlara bakışı değişti.
Sıtmayı önlemenin tek ve kesin çözümünün bataklıkları kurutmak olduğu kabul edildi. Toplumda bu anlayış o kadar benimsendi ki, büyük ve karmaşık problemlere köklü ve kesin çözümleri önerirken "sivrisineği öldürmek yetmez bataklığı kurutmak gerek" deyimi en yaygın kullanılır deyimlerden biri olarak kültürümüzdeki yerini aldı.
Doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan su kütleleri, bataklıklar, turbalıklar ve gelgitin çekilmiş anında derinliği altı metreyi aşmayan sular sulak alan olarak tanımlanır.
***
Sulak alanlar, yeryüzünün en zengin ve en üretken ekosistemlerini oluşturmaktadır. Bu alanlar yöre insanlarına geniş yelpazede hizmet veren oldukça karmaşık doğal sistemlerdir. Yeryüzündeki başka hiçbir ekosistemle karşılaştırılmayacak ölçüde işlev ve değerlere sahiptir. Sahip olduğu biyolojik çeşitlilik nedeniyle dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilirler.
***
Sulak alanlar kirletici besin maddelerini tutarlar.
Havzalardan taşınan materyalin çökeldiği bir havuz görevini görürler.
Bu özelliği ile suyu temizler ve suyun kalitesini artırır.
İnorganik besin maddelerini organik forma dönüştürürler.
İnsan ve hayvan atıklarının da sudan uzaklaştırırlar.
Akarsularla taşınan sediment genellikle besin maddeleri, pestisid ve ağır metalleri de beraberinde taşıdığı için, içme sularının kirlenmesi önlerler,
Deniz ve göl yaşamını olumlu yönde desteklerler.
***
Sulak alanlar, yavaş su akışına sahiptirler. Bu nedenle bu alanlarda toz, kil ve organik bileşiklerin birikimi fazladır. Bir yağış havzasında meydana gelen yüzeysel akış, sulak bir alana ulaştığında, bu alanın doğal yapısı ve vejetasyonu nedeniyle yavaşlar ve depolanır. Besin maddeleri, su içi canlılarının büyümesini sağladığı gibi, çevredeki yaban hayatının ve tarımsal ürünlerin gelişimine katkıda bulunurlar.
Suyun hızlı aktığı dönemlerde ise sulak alanlar bir kaynak görevi görmektedir. Bu döngü alglerin büyümesi, balık üretimi, suyun kalitesi ve aşağı havza kesimlerindeki ekosistemlerin yenilenme sürecine katkı sağlar.
Sulak alanlardaki bitki kökleri toprağı tutmakta, ayrıca dalga hareketini ve akış hızını yavaşlatarak kıyı erozyonunu engellemekte ve nehir kenarlarının ve kıyıların doğal yapısının bozulmamasına yardım etmektedirler.
Taşkın sularını geçici olarak depolama ve yavaşça serbest bırakma özelliklerinden dolayı, aşağı havzalarda yaşayanları taşkın zararlarından koruma işlevi görürler. Sulak alanlar; azot, kükürt, metan ve karbondioksidin küresel döngüsünde önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Organik topraklarda ve turbalarda önemli miktarda karbon biriktiren ve toplayan rezervuarlardır.
***
Yeryüzündeki en fazla biyolojik üretim yapan verimli ekosistemler olarak bilinen sulak alanlar, verimlilik bakımından tropikal ormanlara rakip konumundadırlar. Birçok bitki ve hayvan habitatı için uygun ortamlardır.
Sulak alanlar fazla sayıda hayvan ve bitki türüne yaşama ve üreme ortamı sağlarlar ve çok sayıda tatlı ve tuzlu su balığının da yaşam döngüsünde önemli bir yer tutmaktadır. Balıklar için yumurtlama, barınma ve avlanmadan korunma ortamı olarak hizmet etmektedir.
Birçok kuş türü, hem göçleri sırasında dinlenme ve barınma yeri olarak hem de yırtıcılardan korunmak için sulak alanlardan faydalanmaktadırlar. Hem karada hem suda yaşayabilen hayvan türleri için üreme ortamı olarak kullanılan sulak alanlar, birçok memeli ve nesli azalmış ve tehlikede olan canlı türlerini barındıran ekosistemlerdir.
***
Doğanın rahmi denilebilecek sulak alanlar;
Erozyonu önleyici,
Su kalitesini artırıcı,
Çevre kirliliğini önlemesi,
Canlıların üreme, beslenme ve barınma yeri olması,
Avcılık, balıkçılık kereste, turba üretimi,
Çayırların ve sazların otlatma alanı ve farklı amaçla kullanılması,
Kuş cenneti, göl, doğa harikası alanlardaki yaşamı görmek ve rahatlamak için, insanlar sulak alanları ziyaret ederek eko turizme büyük katkı sağlarlar.
***
Tarihin ilk zamanların olduğu gibi, yerleşim yerlerini yine dere, ırmak, nehir, sulak alan göl delta ova ve denizlerin kenarında verimli ve doğa harikası alanlarda seçmektedir. Sulak alanlar iklim, yeni tarım alanlarının açılması, kentleşme, sanayileşme, tarımın makineleşmesi, suyun aşırı kullanılması gibi yöresel ve bölgesel çevresel faktörlerden etkilenmektedir.
Bu nedenlerin birinden veya bir kaçından etkilenen sulak alanlar yok olmaktadır.
Nasıl insanda rahim hastalandığında, erken doğum, sakat çocuk, üretkenlik durması ile insanın soyu tehlikeye girerse; tabiatın rahmi olan sulak alanlar yok olduğunda doğal hayatın dengesi bozulur.
Bundan ilk önce o bölgede yaşayan bitki ve hayvanlar etkilenirken en büyük zararı insan görüyor. Kuş cenneti denilen sulak alanlarda bile, kuş sesi duymak artık mümkün değil. Kuşlar suyun var olduğu yerlere göç ederken; kaçma şansı olmayan balıklar, sürüngenler, kurbağalar ve ekolojik denge de hayati öneme sahip birçok canlı ölüyor.
Nesli tükenip yok oluyor.
Sulak alanlara hangi nedenler ne kadar zarar veriyor, bilinmese de, bilinen bir şey var ki, o da ülkemizde son 40 yıl içinde 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın çeşitli müdahalelerle kurutulduğu ve işgal edildiği gerçeğidir.
Ülkemizde 1953 yılından bu yana 405 bin hektar sulak alan habitatı, kurutma ve ıslah projeleri ile yok edildi. Bu müdahalelerle tahrip edilen sulak alanlar sonucu, doğanın dengesi bozulunca, seller, yaygın ve etkili bir kuraklık söz konusu oldu.
***
Kurutularak tarıma açılan sazlıklar ise, birkaç yıl verimli oldu, ondan sonra tamamen çorak bir alana dönüştü. Son çeyrek asra kadar sulak alanların ve göllerin çevresindeki köylerin balıkçılık ve sazcılık ile geçindiğini, bugün ise alanların kuruduğu için insanlar büyük kentlere göç ettiklerini ve köyler boşaldığını görürüz.
Sulak alanlar yok oldukça, ülkemizin önemli bir biyolojik zenginliği de azalmakta buna paralel olarak son yıllarda gelişen eko-turizmde zarar görmektedir. İnsan çevresine baktığı zaman gözünün önünde doğal hayatın ayrılmaz parçası olan sulak alanların nasıl yok edildiğin canlı şahitliğini yapabilir.
Yaşadığı mahallesinin, köyünün, kasabasının, ilçesinin, ilinin, bölgesinin ve ülkesinin sulak alanlarının yerinde şimdi nelerin işgal ettiğini hemen görür. Derelerin, ırmakların, göletlerim, göllerin nasıl yok olduğunu bu değerlerimizle birçok canlının yok olduğunu hemen farkına varırız. Sadece birkaç tanesini hatırlatayım; kurbağa, ağustos ve cırcırböceği kuş sesi duyanınız var mı? Hiç kardelen çiçeği gördünüz mü? Çiçeklerinden taç yaptığınız bitkileri. Laleleri, sümbülleri susamları, rengarenk açan çiçekleri ve içinde arıları ve yaratılış harikası kelebekleri seyrettiniz mi?
Bahar gelince her sene yuvasına dönen leyleği tekrar gördünüz mü? Yavrusunu pamuğum diye seven, akşamları bahçenizi ziyaret eden kirpiyi hatırlar mısınız? Ağaçlara yuva yapan kuşları ve yuvadan düşen kuş yavrularını görebiliyor musunuz? Bilmecelere konu olan evini sırtında taşıyan kaplumbağalarla hiç tanışmadınız mı?
Yolda giderken önünüzden uçan keklik bıldırcın, kertenkele veya ağaçlara sıçrayan sincaplar nerede? Çekirgeler, karıncalar en önemlisi uğur böcekleri nereye gitti? Yılandan akrepten, fareden, gelincikten, sansardan, tilkiden, kerkenezden, atmacadan, şahinden, kartaldan, akbabadan, baykuştan, puhudan haberimiz var mı? Bunlara ne oldu?
Sulak alanları yok olması sonucu, şimdi yakınımızda ve çevremizde göremediğimiz bu değerleri yarın ülkemizde de göremeyeceğiz. Ayrıca kuralık, çölleşme, erozyon, sel baskını, suların kirlenmeden ve ekosistemdeki dengenin bozulmasından kurtulamayacağız.
***
Bu sonuçtan bütün canlılar etkilenecek. Kaçanlar ve gidecek yer bulabilenler kurtulacak, gidemeyenler yok olacak. Bu sonuçtan en çok yabani hayvanlar etkilendi ve etkilenecek.
Ebu Hureyre (r.a.) Peygamber efendimiz (sav), den "Kendiliğinden biten ota mani olacağından dolayı ihtiyaç dışı su fazlalığından başkasının kullanımını yasaklamayınız" hadisini nakletmiştir. Bu hadisten sulak alanların korunması gerektiği aksi halde canlıların yok olacağına işaret edilmektedir.
Peygamber efendimiz (sav) suyun pislikten korunmasını emrederek "Sizden biriniz durgun suya abdest bozmasın ve böyle bir suda cünüplükten dolayı yıkanmasın" buyurmuştur: Bu emirle sulak alanların, akar ve durgun suların kirletilmesi yasaklanmıştır.
Yani insan hiç atığını suların içine atmamalıdır. Günümüzde ise çevreye ve canlılara zarar verecek doğal yaşamı etkileyecek tarımsal, kentsel, ve sanayi atıklarının sulara atılmaması gerekir.
Bize bildirilen iki İlahi kural su, sulak alanları yok etmemek ve suları kirletmemektir.
Allah (cc) En'âm süresi 99 ayette “O gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler, -hurma ağacının tomurcuğunda da aşağıya sarkmış salkımlar- üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Herbiri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için (Allah'ın varlığını gösteren) ibretler vardır' buyurmaktadır.