Yerküre güneş sistemi içerisinde birçok gezegen ve yıldızdan oluşmaktadır. Son bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında halen daha tanımlanamamış ve keşfedilmemiş birçok galaksi ve gezegenin varlığından bahsedilmektedir.
Dünya’nın da içerisinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi bile kendi içerisinde birçok gezegen, yıldız ve nebulayı (gaz bulutsu) barındırmaktadır.
Bunlar bizim görebildiğimiz âlemlerdir.
İnsanlığın bu günkü bilgisi ve teknolojisi ile keşfettiği âlemlerin dışında daha birçok âlem bulunmaktadır.
Yaşamın olduğu, yaşamın olmadığı haberdar olduğumuz, haberdar olmadığımız bir birini etkileyen birçok âlem bulunmaktadır.
Yerküremizde bu âlemlerden bir tanesidir. Kendi içerisinde ve etrafında birçok âlemi barındırır.
Bu âlemleri daha iyi anlayabilmemiz için canlı ve cansız diye ayırabiliriz. Cansız (taş, toprak, su, hava, ısı ) âlemler canlıların yaşaması için gerekli ortamı sağlar. Canlılar âlemi cansızlar âleminden faydalanarak yaşamlarını sürdürürler.
Bu hayat bir hesap dâhilinde her âlemin fertleri görevlerini yerine getirir ve yaşam devam eder.
Biz bu hesabı ekolojik denge ve tabiat düzeni diye adlandırıyoruz.
Dışarıdan bir müdahale olmadığı zaman Ekolojik dengede ne bir eksiklik ne bir fazlalık oluşmaz. Her şey yaratıldığı gün gibi kendilerine verilen görev dâhilinde yaşamlarını sürdürürler. Dışarıdan müdahale bu işleyişi bozar ve sorun olarak karşımıza çıkar.
Bu âlemler tek başına bir değer ifade etmez. Hepsi bir arada ve canlılarında bulunduğu zaman değer kazanır. Canlıların olmadığı veya canlıların ulaşmadığı âlemler canlılık oluşuncaya ya da canlılar orayı keşfedinceye kadar yok hükmündedir.
Yerküremizde canlılar; bitkiler, hayvanlar ve insanlar olmak alemler oluşturur.
Canlılar âlemi yerküremizde cansızlar âlemimi ile birlikte kendi düzenlerini oluştururlar.
Cansızlar âleminde olduğu gibi canlılar âlemindeki bir eksiklik ve değişiklik tabiatın dengesini bozar ve yaşamı tehlikeye sokar.
Canlılar âleminin hepsi birbirine muhtaçtır. Yaratılışta ne bir fazlalık nede bir eksiklik mevcut değildir.
Topraklar olmadan suların, sular olmadan bitkilerin, bitkiler olmadan hayvanların, hayvanlar olmadan insanların yaşaması mümkün değildir.
Âlemler farklı olabilir ama birlikte olunca değer kazanır ve var olur aksi durumda yok olmaya mahkûmdur.
Dünya bütün canlılara ev sahipliği yapmasına karşın, insan gelişmiş biyolojik özelliklerini kullanarak bütün kaynaklara sahiplenmektedir. Bu sahiplenmenin sonucu olarak insan, ya diğer canlıların yaşam ve yaşam alanlarını yok etmekte ya da onlar için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
İnsanın mülkiyet hırsı, sadece toprakları ve hayvanları eşya konumuna indirgemek ile yetinmemiş, aynı zamanda insanı da köleleştirecek kadar ileri gitmiştir. İnsanın köleleştirmesi anlayışının yıkılması (veya şekil değiştirmesi) önemli bir gelişme olmasına karşın, hayvanların konumunda her hangi bir değişiklik olmamıştır.
İnsan, faydacı bir yaklaşım çerçevesinde, dünya üzerinde değerli gördüğü her şeyi sahiplenmektedir. Üstelik bu süreç içerisinde, kendisinin belirlediği kuralları da adeta doğal yaşama dayatmaktadır.
Diğer bir ifade ile insan hakka uymamakta ısrarcı davranmaktadır.
Bu da kaçınılmaz olarak havanın, suyun, iklimin, bitkilerin, hayvanların kısaca bütün ekolojik yapının bozulmasına neden olmaktadır. Bugün insanın kullandığı insan merkezli hukuk sistemi, gerçekte ekolojik dengeyi sarsan temel bir unsur haline gelmiştir.
Bu gelişmenin en önemli mağdurları da, kuşkusuz kısa vadede hayvanlardır, ancak uzun vadede insanlar olacaktır.
Bu mağduriyeti gidermek; doğada yaşayan bütün canlıların haklarını bilmek, buna saygı göstermek ve ekolojik dengeye zarar verecek her türlü hareketi durdurmak ile mümkün olacaktır.
Bütün canlılara ve ekolojik dengeye (yaratılış dengesine) zarar veren bu hareketlerden kurtulmak için her canlının hakkını kabul etmek ve insan merkezli sistem yerine hakk merkezli sisteme geçmek gerekir.
Medeni toplum bütün canlıların birlikte güven içinde yaşadığı toplumdur.
Canlılar yaşamını sürdürmeleri ve nesillerini devam ettirebilmeleri için; Güvenli bir ortama, Hava, su ve karnını doyuracak kadar yiyeceğe ihtiyaç duymaktadır. Canlıları bir bütün olarak düşünmek gerekir. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler özellikleri ve sorumlulukları açısından bir birlerinden çok farklı olmasına rağmen birbirlerinin vazgeçilmezleridir.
Dünyada bitkilerin azaldığını veya yok olduğunu düşünelim yeryüzündeki diğer canlıların yaşamasının mümkün olmaz.
Yeryüzünde yaşayan hayvanların yok olduğunu düşünelim.
Dünyada insanların ve bitkilerin yaşamlarını devam ettirmelerinin imkânı yoktur.
Aynı düşünceyi dünyada insanın yok olduğunu düşündüğümüzde başka canlıların dünyada yaşamasının mümkün olmadığı gibi yaşamalarının hiçbir farkındalığı ve önemi olmaz.
Yerkürede yaşayan bütün canlılar bir birlerinin vazgeçilmez parçalarıdır. İnsanı hayvansız düşünmek mümkün değildir. Hayvanlarında bitkilerin olmadığı bir dünyada yaşamaları mümkün olmaz.
Bütün canlıların birer âlem olduğu, bir âlemin yok olduğu zaman diğer âlemlerin yaşamını sürdüremeyeceği gibi; âlemler içindeki türlerin yok olması veya yok edilmesi âlem içindeki diğer türlerin ve diğer âlemlerin yaşamasını etkileyecektir.
Bitkiler âleminde ormanların azalması ve yok olması ormanda yaşayan hayvanların yok olmasına neden olurken o bölgenin iklim yapısının değişmesine neden olmakta, ayrıca erozyona neden olarak toprak kaybına ve insan ve hayvanların yaşamını sürdüremeyeceği bir alana dönüşür.
Arıların ve kelebeklerin yok olması veya azalması bitkiler arasında tozlaşmayı ve üremeyi engelleyerek ürün vermelerini engelleyecek, bunlarla beslenen hayvanlarda ürün azlığına bağlı olarak azalacak veya yok olacaktır. Bu örnekleri çoğaltılabilir.
Yeryüzünde yaşayan canlılar sadece kendileri için yaşamazlar. Sadece kendileri için yaşam sürdürdükleri gibi görünseler de yaşamları sırasında kendileri için yaptıkları diğer canlıların yaşamı için gerekli olabilir.
Canlılar âlemini toplu olarak değerlendirdiğimizde her canlı kendi için yaşadığı gibi diğer canlılar içinde yaşamaktadır. Yeryüzünde canlılar âleminde bütün canlıların sorunsuz yaşamlarını devam ettirmelerini istiyorsak bütün canlıların yaşam hakkına saygı göstermeliyiz.
Kendimizin yaşama hakkı olduğu gibi, diğer canlılarında yaşama hakları vardır.
Şunu iyi bilmeliyiz diğer canlılar yoksa biz var olamayız.
Her hayvan yaşaması ve neslini devam ettirmesi için gerekli imkâna sahip olmalıdır.
4 Ekim Hayvanları Koruma Günü vesilesiyle kim korunmalı ve nasıl korunmalı sorularının cevap aranmalıdır.
Kim korunur; güçlüye karşı zayıf korunur.
Nasıl korunur; Güçlünün vereceği zararlar engellenerek veya ortadan kaldırılarak
Neyle korunur; Uluslararası sözleşmeler, kanun ve yönetmenlikler
Yerküremizde hangi canlı güçlü tatbiki insan insanın doğaya vereceği zarar engellendiği zaman sorunun çözümü başlayacaktır.
Hayvanların korunması için uluslararası sözleşmeler, kanun ve yönetmenlikler bulunmaktadır. Bu kanun ve yönetmenliklerin uygulanmasında sorunlar yaşanmaktadır.
Mevcut kanun ve yönetmenlikler uygulandığı takdirde sorunun çözümünün başlayacağı ihtiyaç olan yeni kanun ve yönetmenlikler çıkarılacaktır.
Sahipli; sahipsiz ve yaban hayvanları diye ayırarak Her türe özgü koruma programları belirlenmelidir.
Aksi halde başarı şansımız yoktur.
Hayvanları korumak yaşam alanlarının, barınmaları, beslenmeleri kendi türlerine özgü hazırlanmalıdır.
Hayvanların yaşam alanı olan ormanlar, ovalar, yaylalar, dereler, sulak alanlar kirletilmemeli ve yok edilmemelidir.
Hayvanları korumaya yaşam alanlarının korunmasından başlanmalıdır yoksa korumada başarılı olunmaz.
Tabiat bir bütündür bir ülkenin yapmış olduğu koruma faydalı olmaz çünkü hayvanlar dünyanın her tarafını kullanmaktadır. Dünyanın bir bölgesindeki sorun diğer bölgesindeki canlıları etkilemektedir.
Sorun küresel olduğu için, çözüm de küresel olmalıdır.
Temiz Çevre, Sağlıklı Hayvan, Mutlu İnsan.
Bu konsept bozulursa insanın mutluluğu ve refahı yok olur.
Gelişmiş medeni toplum; bütün canlıların bir birleriyle güven içinde çevreye zarar vermeden yaşadıkları toplumdur.
Saygılarımla...