Şüphesiz ki beslenme, insanın hayatını idame ettirebilmesi için en temel ihtiyaçlarından birisidir.
Bugün, elli yıl öncesiyle kıyasladığımızda beslenme alışkanlıklarımızın neredeyse tamamen değiştiğini söylemek mümkündür. Günümüzde hem zaman darlığından, hem pratik olduklarından, hem de çekici görüntüleri nedeniyle, üzerinde çok da fazla düşünmeden tükettiğimiz hazır yiyeceklerle, doğal besinlerden ne yazık ki hızla uzaklaşmaktayız.
Konumuz, gıdalara uygulanan katkı maddeleri…
Gıdalara istenilerek kimyasal madde katılımının geçmiş tarihini incelediğimizde, tuz ve odun tütsüsünün bilinen en eski katkı kullanma yöntemleri olduğu anlaşılmaktadır.
Gıda boyalarının kullanımı M.Ö 3500 yıllarında eski Mısır'a kadar dayandığı; M.Ö. 3000 yıllarında ise et ürünlerini saklamada tuzdan yararlanıldığı, M.Ö. 900 yıllarında hem tuz, hem de odun tütsüsünün gıda saklama yöntemleri olarak kullanıldığı görülmektedir.
Ortaçağda tuz ve odun tütsüsünün yanı sıra, etlere nitrat konarak hem gıda zehirlenmesi önlenmeye çalışılmış, hem de etin renginin daha sağlıklı göründüğü fark edilmiştir.
Endişeler gerçekten paronaya mı?
Ancak günümüzde gıda kaynaklı tehlikelerin boyutu eski çağlarda uygulanan yöntemlerin dışına taşmış durumda ve Türkiye'de de tartışılan konuların başında geliyor. Önemli konular toplumun gözünden kaçırılırken, önemsiz konuların en öne çıktığı algı uygulamaları genellikle tercih ediliyor.
Aslında bu konuda çok büyük bir karmaşa yaşanıyor. Net bilimsel bir veri ortaya konulmuyor. Kimi tıp çevrelerinin insan sağlığı açısından tehlikeli bulduğunu bir başka tıp çevresi yalanlıyor. İnsanların bu konudaki endişeleri ise paranoya düzeyinde korku olarak geçiştirilmeye çalışılıyor.
Oysa ki durum hiç de sanıldığı gibi paronaya değil. Örnek verecek olursak; peynir imalatında kullanılan süt bir hammaddedir. İçeriğinde kullanılan tuz, kalsiyum klorür, renk maddeleri, aroma vericiler ve antimikrobiyaller ise teknolojide katkı maddesi konumundadır.
Çünkü bu maddeler üretimde iyi kalitede bir pıhtı teşekkülünü, standart bir renk ve aroma kazanılmasını sağlıyor. Peki bütün bu katkı maddeleri olmaksızın evinizde doğal peynir yapmak mümkün müdür? Elbette mümkündür.
Süt ürünlerinin antibiyotikle raf ömrü uzatılıyor
Uzmanlara göre bir başka tehlike ise tetrasilin antibiyotiğinin bazı süt ürünlerinde kullanılıyor olması. Çok az miktarlarda tetrasilin çiğ süte ilave edildiğinde çiğ süt, 30 derecelik bir ortamda 4 gün süre ile hiç bozulmadan saklanabiliyor.
Yine nisin antibiyotiği peynir imalatında yaygın olarak kullanılıyor. Hele hele marketlerden aldığımız yoğurtların günler geçse de ekşimeden aynı özelliğini korumasının sebebi bu uygulamalara maruz kaldığını akıllara getiriyor. Bazı marketlerde tarihi geçmiş yoğurtların üzerlerindeki yeni tarihli kapaklarla değiştirilip aynı raflarda muhafaza edildiği son günlerde sıkça dile getiriliyor. Oysa ki ekşiyen yoğurt doğal yoğurttur.
Gıda katkı maddesi olarak kullanılan antibiyotikler, gıdaların raf ömrünü uzatmak amacı ile mikroorganizmaları hedef alarak bozulmanın önüne geçerken gıdadaki mevcut tat ve kokunun işleme sırasında kayba uğraması nedeni ile bu özelliğin tekrar yapıya kazandırılması, mevcut tat ve kokunun zenginleştirilmesi, yapıya tat ve koku verici madde ilave ederek gıdanın daha hoş ve çekici hale getirilmesi işin bir başka boyutunu oluşturuyor…çokokrem tarzı çikolatalı ürünlerden ağzınıza bir kaşık attığınızda damağınıza, oradan da geniz boşluğunuza dağılan aroma kokusu ve kaşık kaşık yeme dürtüsü işte bu yüzdendir.
Hileli gıda yaptırımları yetersiz
Neticede sağlıksız gıda tartışmaları ve yorumları öyle bir noktaya geldi ki bilgi kirliliğinin içinde neyin doğru neyin yanlış olduğu birbirine karıştı. İnternette hiçbir denetimden geçmeden, sağlam bilgilere dayanmadan kaleme alınmış metinler, işini iyi yapan firmaları mağdur ederken, sağlıksız gıda üreten merdiven altı firmaları ihya ediyor.
Abartılı ve inandırıcılıktan uzak haberlerin kısa süreliğine etki oluştururken uzun vadede mücadeleye de zarar verdiği bir gerçek. Ticari çıkarları için, gıda mevzuatındaki boşluklardan faydalanarak işin üçkağıdına kaçan firmalar bir yana, sektörde düzgün üretim yapmak isteyen şirketler için en önemli sorunların başında bilinçsizlik geliyor.
Gıda meselesi, özellikle tüketimin hızla artması ve sanayi sektöründeki endüstrileşmeyle birlikte artık sadece üretim yapan firmaların meselesi olmaktan çıktı. Ürünün tarlada yetişmesinden fabrikalara hammadde olarak ulaşmasına, üretim şartlarından ana bayilere ve oradan da perakende satış noktalarına yapılan dağıtıma kadar devam eden geniş bir yelpazeden ve zincirden bahsediyoruz. Yüzde yüz diye satılan dana etinin içeriğinde kanatlı et artıkları varsa burada denetimlerden çok cezaların caydırıcı olmaması ön plana çıkıyor.
Aslında Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı el değiştirdikten sonra konunun üzerine hassasiyetle gidiyor.
Özellikle hileli gıdalara yönelik çalışmaları kayda değer. 'Çiftlikten sofraya' anlayışı ile denetimlerini Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü koordinatörlüğünde 81 İl Tarım Müdürlüğü ve yetkilendirilmiş İlçe Tarım Müdürlüklerinde görevli 4 binin üzerinde kontrol görevlisi ile gerçekleştiriliyor. Ancak, özellikle cezalar konusunda daha büyük yaptırımları hayata geçirmesi gerekiyor.
Gelelim Nişasta Bazlı Şekerlere. Son yıllarda doğal pancar şekerinin yerine almaya çalışan kısa adıyla meşhur NBŞ'lere…
Nişasta Bazlı Şekeri savunanlar bakın bu konuda nasıl bir algılama yapıyor…
“Nişasta Bazlı Şekerler (NBŞ) glukoz-üzüm şekeri, früktoz-meyve şekeri olarak bilinir. Glukoz ve fruktoz tüm meyvelerde ve balda birlikte bulunurlar. Çay şekeri mideye ulaştığında mide asidi ile nasıl glukoz ve fruktoza dönüşüyorsa, NBŞ'lerde mısır nişastasının hidrolizi ile elde edilmektedirler. Yani glukoz ve fruktoz tamamen doğal hammaddelerden doğal bir işlemle elde edilmektedir."
Çay şekeri tamam da, NBŞ'lerin üretimi ve kullanımına neden ihtiyaç duyuluyor bunu da şöyle bir örnekle ortaya koyuyorlar. Ve bombayı patlatıyorlar.
Annelerimizin reçeli üzerinden bir algı
“Annelerimizin evde yaptığı reçelin nasıl yapıldığına dikkat ettiyseniz, meyve ve şekerin dışında çok az da olsa karışıma limon sıktıklarını görmüşünüzdür. Nedenini merak edip sorduğunuzda şekerlenmeyi önleyici olduğunu belirtirler. İşte bu, çay şekerinin limon asidiyle glukoz ve fruktoza hidroliz işlemidir." Bir algı çalışmasının ürünü olarak NBŞ'lerin pancar şekerinin bir ikamesi olduğunu iddia ediyorlar.
Annelerimiz eski gelenektir. Meyveleri kaynattığında ondan pekmez üretirler, reçel üretirler. Karışıma limon sıksalar da doğallığı bozulmazdı. Çünkü limon da doğal bir üründür. Bugüne kadar herhangi bir annenin mısırı kaynattığında ondan şeker ürettiğine dair haberlere hiç rastlamadık.
Aksi halde o anne bir mucizeyi gerçekleştirmiş olurdu. Bu anne, mısır doğal bir gıda maddesi iken onun kimyasını bozarak ancak yüksek fruktozlu mısır şurubu üretebilir. Şeker üretemez. Bu da zaten doğal şekerin yerini almaz. Oysa ki pancar şekeri böyle bir işleme gerek duymaz. Fabrikaya nasıl doğal haliyle girmişse özünü sonuna kadar korur.
Burada kimsenin ne mısır üreticisine ne de tarladaki emeğe itirazı var. Ancak, mısır üreticisini kendi ticari kaygılarına alet ederek kullanmaya çalışmak kabul edilemez. Artık, 'şeker maliyetleri dünya fiyatlarının üstünde, zararına satış yapılıyor ve zarar Hazine tarafından karşılanıyor' ifadeleri bir tarafa bırakılarak yapıcı yönde adımlar atılmalıdır.
Bundan sonra ne siyaset kurumunu yanıltmanın, ne de kamuoyunda kafa karışıklığı yaratmanın kimseye faydasının olmayacağı ortadadır. Herkes yerini bilmelidir.