Et probleminin çözümü için sıfır gümrükle ithalat izninin çıkması Türkiye'de son günlerin en çok konuşulan konularından birisi oldu, olmaya da devam ediyor. Konuyla ilgili olan her kesimin kafası oldukça karışık…
Üretici ve yetiştirici bu durumdan memnun olmamakla birlikte bu ithalat izninin sonuçta neleri değişecek, ne gibi zararları ya da faydaları olacak henüz kestirmek zor gibi duruyor.
Bir kısım tüketici daha ucuza et ve et ürünlerini bulabileceklerini düşünürken bazısı ise ithalat ile ucuz et yemenin ne kadar doğru olacağını, ne zamana kadar bunun çözüm olacağını tartışıyor.
Bu arada karşılaştığım birçok vatandaş da mesleğim nedeniyle neden bu konuda çözümün başarılamadığını soruyor ve birazda biz akademisyenlerin katkısı olduğunu söylüyorlar.
Daha öncede bu konuyla ilgili yazmıştım. Hiçbir zaman ithalatın uygun bir tercih olduğunu düşünmüyorum. Belki sıkıntılı zamanlarda ve çeşitli sebeplerden dolayı kıtlık durumlarında kısmen ve geçici ithalata izin verilebilir ama ithalatın devamlı bir seçenek olması yanlış bir tercih olduğu kanaatindeyim.
İthalat iznini kararlaştıran otoritenin de bu kararı kolay almadığı aşikar. Eminim onlarda kendilerinin böyle bir karar almak zorunda hissettikleri için üzgünlerdir. Özellikle ramazan ayının etkisi, yaz aylarında olunması ve kurban döneminin yaklaşması et fiyatlarını ciddi bir şekilde artışa yönlendirdi. Kısa dönemde yangını söndürmek için yapacak başka bir çarede kalmadı diye düşündüklerini zannediyorum.
Et fiyatları yüksek olduğunda yetiştiricilerin aman aman yüksek karlar elde ettiğini de kimse düşünmesin.
Hayvancılık oldukça zor ve meşakkatli bir iştir.
İnsanı 24 saat uykusuz ve huzursuz eden, tabiri caizse adamın neyi var neyi yoksa içine kattığı milyonlarca liralık bir yatırımın karsız olması düşünülemez. Ama çoğu insanın düşündüğü gibi, özellikle son zamanlardaki et fiyatlarının artışına bağlı olarak kırmız et üreticisinin iyi karlar yaptığı zannetmeyin.
Türkiye'nin enerji, savunma sanayii, ilaç gibi stratejik öneme sahip birkaç alanı var ki bu öncelikli alanlarda kendimize yetecek üretimi ve yatırımı yapmamız şart. Hayvancılığın da bu alanlardan birisi olduğunu düşünüyorum.
Son yıllarda et ve süt üretimi ile ilgili problemin toplumun tüm kesimlerini ilgilendirir hale gelmesi bu görüşümü doğrulamaktadır.
Yani olmadığında bize sıkıntı çektirilen insansız hava araçları artık üretiyorsak randımanı yüksek besi ırklarını da geliştirmemiz ve yetiştiricimize kolay yoldan sağlamamız gerekir.
Yenilenebilir enerjiyle ilgili rüzgar ve güneş enerji santrallerini kuruyorsak, hayvanın enerjisini ve besin maddesini sağlayan yem bitkilerinin tohumlarını üretecek birimleri de kurmamız, var olanları da üretici ve yetiştiricinin isteğini karşılayacak şekilde yeniden düzenlememiz gerekiyor.
Son zamanlarda TAGEM bünyesindeki enstitülerin tüm imkanlarıylaözel sektöre açılması kararı bu bağlamda oldukça güzel bir gelişmedir. Bu görevlerin sadece devlet birimlerinde olmaması aynı zamanda özel sektöründe bu alanda Ar-Ge yatırımı yapması gerekmektedir.
Kısacası artık kendi tohumumuzu, meramızı, hayvan ırklarımızı, çiftliklerimizi dolayısıyla etimizi ve sütümüzü kendimiz üretmemiz ve geliştirmemiz gerekiyor.
Et ve süt problemi ile ilgili olarak eksikliklerimizi iyi bilmemiz gerekiyor. Her yıl bu problemlerle karşılaştığımız halde neden hala bizim eksiğimiz şudur diye net bir görüş öne süremiyoruz?
Her bakan ve bürokrat değişiminde nelerin değişeceğini günlerce tartışıyoruz ama et probleminin temel sebebi olan canlı hayvan materyalinin neden eksik olduğunu, yem maliyetinin neden yüksek olduğunu ayrıntısıyla ve derinlemesine tartışmıyoruz.
Bu konuyla ilgili konuşulacak çok konu olmakla birlikte bu yazıda bazılarının yüzeysel de olsa üzerinde durmak istiyorum.
Türkiye'de et probleminin temelinde kaba yem problemi yatmaktadır. Çayır ve mera alanlarımızın yetersizliği ve verimsizliği nedeniyle etçi ırk damızlık hayvan yetiştiriciliği yapamıyoruz.
Yurtdışından çayır ve merada yetişmiş, yaş olarak yılını geçmiş, ağırlığının büyük bölümünü tamamlamış hayvanlar geliyor. Bizim besicilerimizde bunlara tane veya fabrika yemlerine dayalı yoğun besi uyguluyorlar.
Yani biz maçın ikinci yarısında oyuna giriyoruz, ilk yarısını başkaları oynuyor.
Çayır ve meraları güçlendirmezsek, ağır otlatmadan vazgeçmezsek, suni çayır ve mera oluşumunu artırmazsak tüm Dünya'nın yaptığı et tipi damızlık hayvan yetiştiriciliği ve buradan elde edilecek genç besi hayvanlarının beslenmesini gerçekleştiremeyiz.
Daha uzun süre et verimi iyi hayvanları ithal etmek zorunda kalırız. Yani kısaca ot olmadan et olmuyor.
Türkiye'deki süt ineği yetiştiriciliğinde buzağı ölümleri ciddi bir problem olmaya devam ediyor. Her ne kadar buzağı teşviklerinin miktar ve dönem olarak değiştirilmesinin etkili olduğu düşünülse de halen ciddi kayıplar söz konusudur. Bu kayıpları hafifletmemiz halinde belki de direkt et ithalatı gerekmeyecek.
Süt hayvancılığından elde edilen erkek besi hayvanlarının dönemine göre ekonomik ve randımanlı beslenmesinde de problemler bulunmaktadır. Kaba yemin genellikle yem bitkilerinden sağlanması büyütme maliyetlerini artırmaktadır. Süt ineği işletmelerinin kuru kaba yem isteklerinin günden güne artması kaba yemlerin fiyatlarında ciddi yükselmelere sebep olmaktadır. Oysa bizim besi hayvanı ithal ettiğimiz ülkeler büyüme döneminde kaba yeme para vermemekte, Allah vergisi çayır ve meralardan faydalanmaktadırlar.
Türkiye şartlarında son yıllarda yaşanan global etkili kuraklık çayır ve mera alanlarımızı daralttığını ve olanlarında verimlerini düşürdüğünü görmekteyiz.
Yani çayır ve mera alanlarıyla ilgili problemlerin kuraklık problemi ile birlikte çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Bu problem yonca ve silaj gibi kaba yemlerin yetiştiriciliğinde de geçerlidir. Zira su problemi artık önemli bir problem. Kuraklığa dayanıklı bitkilerin geliştirilmesi veya kurak alanların ıslahı ve yeniden kazanılması ile ilgili ileriye yönelik önlemlerin acilen alınması ve acilen uygulanması gerekiyor.
Geleneksel aile tipi işletmeler önceki yıllarda çevresindeki bitki örtüsünden faydalanarak hayvanlarını besliyorlardı. Kırsalda hemen hemen her evde olan birkaç hayvan tarımdan üretilen yan ürünler ve çevredeki yeşillik alanlardan, evdeki artıklardan besleniyordu. Son dönemde bu tip hayvancılığın önemli ölçüde azaldığı görülmektedir.
Teşvik sistemleri ve modernizasyon geleneksel aile tipi hayvancılığın önüne geçti. Bu aileler artık ahırlarını modernize edip endüstriyel hayvancılığın ilk basamağına giriş yaptılar. Hatta artan hayvan sayılarına bağlı olarak birçoğunun dışarıdan işçi çalıştırdığına şahit olmaktayız. Belki de geleneksel aile tipi hayvancılık bizim gibi ülkeler için güzel modellerdi. Yüzyıllardan süzülüp gelen önemli görevlere sahiptiler.
Önemini anlamadığımız dönemlerde bize hiç hissettirmeden et ihtiyacımızı karşılıyorlardı, fakat biz farkında değildik. Kısaca et ihtiyacımız için tamamlayıcı olarak sigorta görevini üstleniyorlardı. Avrupa ülkeleri de aile tipi hayvancılığın önemini anlayarak son yıllarda teşvik eder hale gelirken biz neden vaz geçiyoruz? Biz de teşvik etmeli ve değer vermeliyiz.
Birkaç cümlede küçükbaş hayvan yetiştiriciliği hakkında söylemek istiyorum. Bundan yaklaşık 7-8 yıl önce sütçü keçi ırkı yetiştiriciliğinin yaygınlaştırılması hakkında bir DPT projesini iki yıl üst üste verdim fakat kabul edilmedi.
Bu projedeki gerekçem üniversitede bu keçi ırkının yetiştirilerek özellikle Toroslardaki kıl keçiciliği yapan yetiştiricilerle tanıştırmaktı. O yıllar ormanlara zarar verdiği gerekçesiyle kıl keçiciliğinden vazgeçilmesi yıllarıydı.
Büyük sürüler çok düşük fiyata kesime gittiler. Bir makalede Osmanlı döneminde Toroslarda yetiştirilen keçilerin ordunun et ihtiyacını karşıladığını okumuştum. Benimde sütçü keçiciliğini yaygınlaştırmaktaki amaçlarımdan birisi et tipi kıl keçi yetiştiriciliğinin terkedildiğinde kapalı mekanda yetiştiriciliği yapılan süt keçiciliğine geçiş yaptırılarak keçicilik yapan insanların şehirlere göçlerinin engellenmesiydi.
Bir-iki hafta önce Toroslardan geçerek Antalya'ya doğru tatile gittiğimde masrafsız ve hazır olarak bekleyen yem kaynağı olan ormanlık alanların keçilerden temizlenmiş olmasını anlayamamanın vahametine kapıldım.
İç çekerek et problemine çözüm olacak alanlar bomboş duruyor diye düşündüm. Belki de Avrupa'nın geniş çayır ve mera alanlarının karşılığı bizim meşeliklerimizdir. Keçi yetiştiriciliği ile ilgili daha çok yazılacak ve çizilecekler var.
Koyun yetiştiriciliği de son yıllarda azaldı. Meraların durumu özellikle koyun-kuzu yetiştiriciliğini etkiledi. İnsanımız artık eski usul çobanlık yapmak istemiyor. Birçok koyunculuk bölgesi koyunculuktan yoğun sığır besisine dönüş yapıyor. Devlet teşviklerinin ilk sırasında koyunculuk alanı olmalıdır. Özelliklede çoban yada daha modern donanımlarla yetiştirilmiş küçük hayvan sürü idarecilerinin yetiştirilmesi konusuna ciddiyetle eğilmek gerekmektedir. Mera bitti koyun bitti, modernleştik çoban azaldı. Bunun sonucunda et ve et tüketen insanımız azaldı.
Biz özellikle besinin ikinci döneminde besleme yapıyorsak ve bu dönemde en fazla masraf yeme gidiyorsa bu dönemdeki besleme girdilerini iyi incelememiz lazım.
Bu konu burada yazılamayacak kadar geniş bir konu. İleride birkaç konu olarak inceleyebiliriz. Bu dönemdeki hayvanların beslenmesinde hububatlar ve insan beslenmesinde kullanılmayan yan ürünler fabrika yemlerinde yoğun olarak kullanılmaktadır.
Yani fabrika yemlerinin büyük bölümü kepek, un, makarna artıkları gibi yan ürünlerden meydana gelmektedir. İnsan beslenmesinde kullanılan hububatlar dolaylı olarak hayvan beslemenin karlılığını, et ve süt ürünlerinin fiyatlarını olumlu yada olumsuz etkiliyor. Hububat ithalatındaki gümrük sıfırlamanın bunda etkili olduğunu düşünüyorum.
Yani et fiyatlarındaki yüksekliği irdelerken sadece kaba yem değil aynı zamanda besi sonunda yoğun kullanılan enerji kaynaklarının üretimlerini artırmamız ve maliyetlerini düşürmemiz gerekiyor.
Et fiyatları üzerine bunlara ilave edilecek ve tartışılacak çok sayıda faktör bulunmaktadır. Bunları tartışmalı ve aynı zamanda alınacak düzenleyici kararları hızlıca uygulamaya geçirmemiz gerekmektedir.
Kendi bilgi ve birikimime dayalı olarak canlı hayvan ve et-hububat ithalatının kolaylaştırılmasının kısa süreli etkili olacağını, orta ve uzun vadeli yeni tedbirlere ihtiyaç olduğunu düşünmekteyim. Alınacak kararların tam isabetli olması durumunda en erken iki sene içerisinde rahatlama yaşayabileceğimizi de söyleyebilirim.
Et tüketen nesillerin daha zeki ve güçlü olacağı unutmamız gereken önemli bir noktadır. Bu nedenle geleceğimiz için ne yapacaksak artık yapmamız gerekiyor.