Tarım ve hayvancılıkta rakamlar ülke nüfusunun artmasına ve global ticaretin daha kolay icra edilmesine bağlı olarak büyüyor. Ama bu daha sistemli, verimli ve de daha kazançlı bir üretim sürecinin yaşandığına işaret etmiyor.
Hele hele ülkemizin potansiyelini, coğrafyasını ve tarım ve hayvancılık alanlarında birikimini düşünecek olursak rakamların oldukça kifayetsiz olduğunu, hatta sahadaki durumun ise oldukça can sıkıcı olduğunu söyleyebiliriz.
Meseleye toplamda bakınca reel bir gerilemenin olduğunu, ülkenin kritik eşik olan “kendi kendine yetebilmek" noktasından geriye doğru hızla savrulduğunu söyleyebiliriz. Ve nihayetinde tanzim satış meselesine indirgenen son kriz bunun canlı bir örneği olarak önümüzde duruyor.
Bir daha söylüyoruz; mesele üretim meselesi ve bu mesele günü birlik politikalarla çözülemez ancak geçiştirilir.
Üreticiler yaptıkları işin doğası gereği bir elleri işte iken kulakları hükümette çalışıyorlar. Girdi ve yatırım maliyetlerinden pazara ulaşmaya kadar birçok konuda işini (üretimi) kolaylaştıracak ve yaptığı işi daha kazançlı kılacak haberler bekliyorlar.
Doğrusu birçok olumlu kendisini umutlandıracak, mutlu edecek haberler de alıyorlar ama bu haberler sahada durumun olumlu yönde değişmesini sağlayamıyor. Çünkü yapılanlar belli bir plan çerçevesinde, gerçekçi hedefler ortaya konularak yapılmıyor, yapılamıyor.
Seçim zamanı, harman dönemi gibi kritik eşikler geçilirken ihdas edilen çözüm yöntemleri 3-5 ay içerisinde fonksiyonel olmaktan çıkıyor. Örneğin; arkadaş, sürekli bir takım argümanlar/yöntemler geliştiren bir ülke 30 yıldır kendi hayvan üretimi, kalitesi ve varlığı konusunda yaşadığı sıkıntıları çözemez mi?
Üstelik asırlık kurumlar elinin altında iken…
Mesele akıl veya vizyon meselesi değil. Mesele icra meselesidir.
Tarım ve Hayvancılık konusunda kullanılan yüksek imkanlara rağmen mesafe alınamamasının temel sebebi; bu alanda politika uygulayıcısı kamu bürokrasisinin ve çiftçi kuruluşlarının üzerine düşeni yapmamalarıdır.
İşi yazıp çizmek, protokol uygulamak olan Bakanlık merkez teşkilatı dışında yapıları/statüleri farklı üç temel icracı kurulu; ESK, TİGEM ve Tarım Kredi Kooperatiflerinin durumu bunu gösteriyor.
ESK vara vara et tüccarlığına, Tarım Kredi Kooperatifleri zararına tanzim satış tedarikçiliğine, TİGEM ise 3'üncü sınıf hayvanları umut diye genç çiftçi projesinde dağıtmaya varmış durumdalar.
Üç kurumda işlerini hakkıyla yapmadıkları/yapamadıkları için ortaya çıkan sorunlara ayaküstü çözüm uydurup günü kurtarma derdindeler. Sorunun kaynağı olanların kendi görevlerini icra edemedikleri için çıkan krizlerde kahraman olması da ancak bu ülkeye ait bir komedi olabilir.
Bu kurumlar kurulurken en hızlı şekilde hareket etsinler, süreçlere farklı aktörler katılabilsinler, daha verimli olsunlar diye farklı statüler verilerek ihdas edildiler.
ESK, hayvan ve hayvansal ürünlerin piyasa ile buluşmasında üreticiye sert piyasa dalgaları üzerinde sörf yapma, ayakta kalma ve yoluna devam etme imkanı sağlayamadı. Eğer, ESK piyasada üreticiye yön verebilse veya piyasayı üreticiye göre yönlendirebilse idi bugün ülke ülke hayvan, et aramak, mesaisini ihale salonlarında geçirmek zorunda kalmayacaktı.
TİGEM denilince akla iki temel faaliyet alanı geliyor; tohumculuk ve damızlık hayvan yetiştirme.
Bu çok önemli iki alanda da ülkemizin çok önemli sıkıntıları var. Onlarca yıllık tarihe/faaliyete sahip bu kurum maalesef tam manasıyla görevini ihmal etmiş, kendi çapında büyük ama dünyadaki gelişmeler ile ülkemizin devasa büyüklüğü karşısında güdük faaliyetlerle yılları tüketmiş durumda.
Kendi faaliyet alanında “yerli gömlekli" yabancı tohumlar ve tohumculuk firmaları ülkeyi işgal etmiş, ülke aralıklarla olsa da 90'lı yıllardan beri sürekli damızlık hayvan ithal eder hale gelmiştir. Ve ülkemiz dünyanın en çok canlı hayvan ithal eden ülkesi olmak gibi büyük bir payeyi kazanmış ve de sürekli bu rekoru egale etmekle meşgul.
Tarım Kredi Kooperatiflerine gelince, yani “Türkiye'nin en büyük çiftçi ailesi"
1.1 milyon ortak ve yaklaşık 2 bin noktada hizmet veren bir kurum hem de 150 yıllık… Temel görevi; çiftçiyi en uygun şekilde kredilendirmek, ülke çiftçisinin girdi maliyetini düşürmek, üretime ve ürün değerlendirmeye katkı sağlamak, üreticiye rehberlikte bulunmak v.s.
Peki tablo nedir?
Mecbur olmadıkça çiftçinin kapısından girmediği ve çiftçinin her fırsatta argo tabirle kazıklandığını düşündüğü/ifade ettiği bir kurum. Ürün ve hizmet bedellerinden, faiz oranlarından, komisyonlardan ortaklar yılmış durumda ve en başta kendi kurum yöneticileri başta olmak üzere ne derdini anlatabiliyor ne de çözüm bulunabiliyor. Kurum yöneticileri ülke üretimine ve üreticiye katkı sağlamaktan çok siyasetin ışıklı salonlarında boy gösterme derdindeler.
Bir de bütün bunlar olurken güya çiftçinin hakkını, hukukunu koruyacak Ziraat Odaları var ki değme gitsin…
Sayın Bakan; merkez teşkilatınızla çok güzel toplantılar yapabilirsiniz. Onlar çok güzel proje ve fikirler üretebilirler. Size çok güzel sunumlar, çizimler, grafikler sunabilirler.
Ama yukarıda saydığımız sahanın en önemli üç temel kurumunu (bu bağımsız, yok bunun kanunu ayrı, yok bunun yönetimi var mazeretlerine aldırmayın) eğer günün koşullarına göre radikal bir şekilde yeniden dizayn edip kendi asli alanlarına döndüremezseniz, gerçekten samimiyetle arzu ettiğiniz hizmetleri bu ülkeye asla veremezsiniz.
Sizin ve devletin üst yönetiminin bu kurum yöneticilerinin şirinliklerine değil, üreticiye hizmet etmesine ve ülkeyi kalkındırmalarına ihtiyacınız var.
Yok, eğer Tarım ve Orman Bakanlığı kendi alanında ülkeye gerekli katkıyı sağlayamayacaksa, ülkenin içine girdiği sıkıntının dönülemez bir noktaya gitmesine mani olamayacaksa bu işleri yerelde belediyelere bıraksın.
En azından halkın daha kolay yönetime katılacağı, daha kolay ulaşacağı belediyelerin kamu bürokrasisinden farklı olarak seçimlerde halka hesap verme korkusu olur.
Ve hatta belki içlerinden Ovacık Belediye Başkanı gibi 3-5 tanesi bütün ülkeye örnek olacak güzel çalışmalar yapar ki nihayetinde bundan ilham alan başta Adıyaman Belediye Başkan adayı A. Faruk ÜNSAL başta olmak üzere birçok belediye başkan adayının Tarım ve Hayvancılık başlıklı güzel projelerine şahitlik ediyoruz. Belki de "herkes kendi ilinde ilçesinde kendi başının çaresine baksın" denilebilecek bu yaklaşım ülkemiz için yeni bir mecra oluşturabilir.