Birleşmiş Milletler, afet yönetimini “felaketin etkilerinden korunmak için nasıl hazırlandığımız, felakete nasıl yanıt verdiğimiz ve nasıl ders çıkardığımız” şeklinde tanımlıyor. Çocuklarımıza sürekli “ders alacaksın” diye salık veriyoruz. Kendimiz zerre ders almıyoruz, daha bir yıl önce yaşanan felaketten insan ders almaz mı? Almadık kıyamet provasının altında kaldık.
Önlem almaya harcamadığımız bütçeler, şimdi afetin sonuçlarını yönetmeye gidiyor. “Şimdi zamanı değil acımız büyük diyoruz,” acımız azaldığında unutuyor, yok sayıyoruz. Her felaketten sonra “küllerimizden doğacağız” sloganları atıp, ilk felakette aynı yerden yıkılıyoruz.
Hala çuval dızı kendimize batırmıyoruz. Yıllarca “cana geleceğine mala gelsin dedik” bak olmadı cana da geldi mala da. Neden yıkıldık demiyoruz, neden altında kaldık, diyoruz. 1999 depreminde uzman olarak Türkiye’ye gelen Los Angeles California Üniversitesi Profesörlerinden Jonathan Stewart “bunu daha önce de gördük “eski inşaat teknikleri, deprem felaketini neredeyse garantiledi” diyor.
Müteahitleri suçluyoruz, yanı başımızda bu kadar kusurlu mal- bina yapılırken ses çıkaramıyor, düzene boyun eğiyoruz. Bozuk domates bile alsak gidip markette değiştirirken yuvalarımıza niye haksızlık yaptık. Hadi biz mühendis değiliz, işi bu olanlar nasıl kıydılar. Hadi onlar iyi niyetli değildi onlara imza atanlar, onay verenler onlar nasıl yaptılar. Bu şuursuzluk zincirine hiç birimiz dur diyemedik, hala diyemiyoruz. Kaçımız dayanıksız diye evinden vazgeçiyor.
ÖNCELİĞİMİZİ YUVA YAĞMAYA DEĞİL KÖPRÜ YAPMAYA VERDİK
Tokiler yıkılmamış elimize sağlık demek ki güvenli yuvalar yapabiliyor muşuz. O zaman niye önceliğimize yuva yapmayı değil de köprü yapmaya verdik. Önce güvenli evlerde yaşasaydık, keşke sonra zengin olsaydık. Eşyalar aldık çer çöp, ölüme yalın ayak gittik.
Kıyamet, nükleer saldırı gibi felaketlerde ayakta kalabilecek ülkelerle ilgili Risk Analiz Dergisi’nin yaptığı bir çalışmada Yeni Zelanda ve Avustralya’nın en mukavemetli ülkeler olduğu açıklandı. Sebebi, adalet duygusu, hukukun üstünlüğü, kurumlara güven, mesleki etik kurallara riayet etme, sosyal uyum, gıda güvencesi gibi konulardaki istikrarmış.
Gerçek bir tehdit karşısında toplumların hatta dünyanın genel anlamda direnci nasıl yükseltilebilir. Yaşadığımız depremle gördük ki toplum olarak tek endişemiz ev – araba almak, varlık sahibi olmakmış. İklim krizi, depremler gözle görülür olmadığında gerekli önlemleri alma noktasında yeteri kadar kararlı değilmişiz.
Hollanda Başbakanı bisikletle işe giderken gülümsüyor aynısının bizde neden olmadığını sorgulamıyoruz, hepimiz düzenin parçası olmuşuz. Düzeni sorgulayanlara anarşist muamelesi yapıyoruz. Başımıza bir iş geldiğinde birbirimize sarılsak da sonra çözülüp her şeyi yarıda bırakıyoruz. Japonya, Almanya örneklerini verip savaş sonrası nasıl toparlandıklarını anlatıyor, çalışma sırası bize gelince motivasyonumuzu kaybediyoruz.
YER YARILDIK İÇİNE GİRDİK
Dünyanın sözde en milliyetçisi olmakla övünüp çalışkanlıkta, ahlakta sürekli sınıfta kalıyoruz. 85 milyon kez ölmüşken, yağmalarla, hırsızlıkla uğraşıyoruz. Hani derdik ya “yer yarılsaydı da görmeseydim. “Yer yarıldı içine girdik, her şeyi gördük, hepsini duyduk. Sadece biz değil enkaz altında ölümü bekleyenler dahi çevresindeki ahlaksızlığı, namussuzluğu gördü. Yeniden inşa edeceksek önce buradan başlayalım. Adaletin üstünlüğünü, hukuku, ahlakı, edebi, namusu anlatalım. Hepsinin gerçek anlamını ve yaşamdaki karşılığını bulalım. Matematik öğrenilir, fizik çözülür, bu güne kadar topladığımız lüks eşyalar bölündü hayat en acımasız matematikmiş, altında kaldık.
Gatsronomi festivalleri yapıyorduk, expolar yaptık hiç düşünmedik mi daha bizim altyapımız uygun değil. Keşke önce evimizi, altyapımızı sağlamlaştırıp sonra bu işlere el atsaydık. İlgili kurumlara mektup yazdık deniliyor, binlerce canın hesabı “ben söylemiştim.”
New York Times uydu görüntüleriyle şehirlerin deprem öncesi ve sonrasını gözler önüne serdi. Metaverse zirveleri yapıp teknolojide ne kadar iyi olduğumuzu dosta düşmana anlatıyorduk, uydu görüntüleriyle belirleyebileceğimiz enkaz görüntülerine üç dört gün sonra ulaşabildik, sabah depremi duyar duymaz hiç mi birinin aklına gelmedi.
Hatay’daki üst düzey görevliler sabah deprem olur olmaz dışarı çıkıp bi bakmaz mı etrafta ne olup bitiyor diye. Konuyu ilgililere aktaranlar mesela, “her şey yolunda sorun yok, biz hallediyoruz” türünden doyurucu açıklamalar mı yaptı ki gerçek bir müdahale için günler bekledik.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum geçtiğimiz yıl bir konuşmasında “3,2 milyon konutu yeniden inşa ettik, 6,6 milyon ev denetlendi. 24 milyon vatandaşımız depreme dayanıklı evlerde yaşıyor” demişti. 60 milyonun hayatı zaten pamuk ipliğine bağlıymış. Bir ülkenin pek çok ivedi problemi olabilir, en önemlisi köklü olmakla övündüğümüz Türk kültürü ve milletini geleceğe taşımak için güvenli binalar inşa etmek değil miydi? Tarih, kültürel kazanımlar, gelenekler, hatıralar en önemlisi de binlerce can her biri paha biçilemezdi artık yok.
Kâğıt üzerinde kanunların iyi olması yetmiyor, ısı yalıtımı zorunlu yapıldı ama kentsel dönüşüm yapılmadı. İmar barışı ile mezar yapacağımıza keşke tüm küskünleri barıştırsaydık. Kentsel dönüşümün bir rant malzemesi olmasına izin verildi. Depreme dayanıksız evlerde ölüm pusuda hala.
Uzmanlar İzmir depremine rağmen Türkiye’nin büyük bir depreme hazırlıklı olmayan, vasatın altında malzeme ve ilkel inşaat teknikleri kullanılarak yapılmış lüks binalarla dolu olduğunu söylüyor. İzmir depreminden sonra yıkılan evlerin yerine yapılanlar haricinde depreme dayanıksız evlerle ilgili hiçbir şey yapıldı mı, hayır.
AYNI YERDEN YIKILDIK
Neden yıkıldık; “çok şiddetliydi, binalar modern inşaat standartlarına uygun değildi, ihmal vardı.” İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji mühendisi Profesör Okan Tüysüz”e göre sebep tüm faktörlerin rastlantısal toplamı, trajik bir kombinasyon. 20 yıldır hazırlandığımız depremin altında kaldık. Türkiye Deprem Güçlendirme Derneği Başkanı İnşaat mühendisi Sinan Türkan; “ deprem ne kadar güçlü olursa olsun, tüm binalar standartlarda olsaydı, hiçbir deprem bu kadar hasara yol açmazdı” dedi.
20 MİLYONDAN FAZLA EV HALA ÖLÜM TUZAĞI
Türkiye’de 20 milyondan fazla bina var. Çoğu Marmara bölgesinde, olası bir depremde binaların çoğu depreme dayanıklı değil. Yarın onarmaya başlasak bile çok geç. Yeni Zelanda, ABD, Japonya gibi pek çok ülke temel izolasyon sistemi kullanarak binalar yapıyor. Yeterli sismik güçlendirme yapılmadan yapılan her bina ölüm tuzağı.
Can havliyle canları kurtarmak için 4o millet el ele verdik, yuvalarımız yerin yedi kat derinine çöktü içinde can avına çıktık. Büyük suçlara göz yumduk, küçüklerle göz doldurduk. Son otuz yılımız “hem çalıyor hem yapıyor” anlayışına alkış tutarak geçti. Hepimiz sistemin bir parçası olduk. Çoluğumuz çocuğumuz için göz yumduk, başka şansımız olmadığı için razı olduk, affetmeyi yüce gönüllülük saydık, kimiz korkudan kimimiz konfordan.
BİR DAHA TURUNÇGİL KOKACAK MI HATAY
Ve şimdi bahara nasıl çiçek açacak turunçgil kokulu Hatay, aynı pastalar bir daha pişebilecek mi tarihi Petek pastanesinde? Kahramanmaraş çöreğinin kokusunu alabilecek miyiz çarşıda ansızın. Malatya’nın kayısısı, Safkan Arap atları dörtnala koşacak mı yemyeşil ovalarında Mezopotamya’nın. Nemrud’un kızına ne diyeceğiz, Kommagene ülkesini bu kez de biz mi yıktık diye anlatacağız. Hiç canımız acımayacak mı tüm bu acıların üzerine mutluluk inşa ederken. Hazan dâhil mutluluk eksik kalacak hep bir yerlerde.