“2 yıl üstü üste ekilmeyen tarım arazilerinin devlet eliyle kiralanmasına” yönelik düzenleme Resmi Gazete’de yayınlanınca kısa süre önce olan olayları anımsadım.

Geçtiğimiz haftalarda Çukurova’da yeteri kadar su olmadığı gerekçesiyle üçüncü ekimde “cansuyu” verilemeyebileceğine yönelik çiftçiye bilgilendirme yapılmış.

Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı, kavun, domates gibi ürünlerin sokağa dökülme nedenini “plansız üretim” olarak açıklamıştı.

Haklıydı da, çünkü çiftçi bolca üretip verimin de yüksek olması sebebiyle görece kırılgan gıda endüstrisi talep fazlası tarımsal ürünü işleyememiş ürünler çöpe gitmişti. İklim değişikliği ve vahşi sulama nedeniyle azalan su kaynaklarının etkin kullanımı gibi çeşitli hedeflerle “tarımsal üretimde planlı dönem” başlatılmış her damla suyun hesabı sorulacak türünden bir algı yaratılmıştı.

Sen Yeter Ki Üretme

Yıllarca “sen yeter ki üret” “ekilmedik bir karış toprak kalmayacak” türünden açıklamaların uzun vadede nasıl “arz talep” sorunlarına yol açabileceğini, üretilen ürünlerin pazar bulamayacağı, kaynakların etkin kullanılamayacağı, gerçek çiftçilerin ihtiyacı olan suyun hobi bahçeciliği/ verimsiz tarım yapanların elinde nasıl bitirilebileceği gibi pek çok sorun düşünülmedi.

Binlerce insanın emeği, enerji, gübre, su, kullanılarak üretilen tarımsal ürünler dökülerek milyonlarca lira israf edildi. “Gıdanı koru” diye israf önleme amaçlı projeler yaparken kendi elimizle israf ekonomisi yarattık.

Fazla Üretilenleri Çöpe mi Dökeceğiz

“Sen yeter ki üret” emir ve motivasyon cümlesi son derece tehlikeliydi. Ne kadar üretmeliydik, ortada bir limit yoktu, sayısal bir veri, bir planlamadan eksik motivasyon cümlesinin nelere neden olabileceği ortada. Aynı sorun üretimde planlı dönemle ilgili de var. Ne kadar üretim yapmayı planlıyoruz.

Kaç milyon ton tahıl/bakliyat/meyve sebze üreteceğiz. Ürettiğimizin ne kadarı yurt içi tüketimde kullanılacak ne kadarı ihracata gidecek. İhracatta var olan çeşitli kotalar, dampingler istikrarı bozuyorken ihracatçılar nasıl aynı ihracat rakamını yakalayabilecek. Beklediğimizden fazla ürün aldığımızda fazla ürüne ne olacak, çöpe mi dökeceğiz.

AB ÜRETME DİYOR TÜRKİYE ÜRET DİYOR

“2 yıl üstü üste ekilmeyen tarım arazilerinin devlet eliyle kiralanmasına” yönelik düzenleme özellikle de miras yoluyla kalan ve/ veya tartışmalı olan arazilerin tarıma kazandırılması için kesinlikle çok önemli. Mevzu bu yönüyle konuşulacağına olmadık yerlere çekiliyor. Her zaman ki gibi odağından uzaklaşan tartışmalar izliyoruz.

İklim değişikliği ve tarımsal faaliyetlerden kaynaklı karbon ayak izi nedeniyle AB gibi gelişmiş ülkeler “arazilerinin yüzde 4’ünü yaban hayata bırakma/hayvan sayısını azaltma/ verim artıran biyoteknoloji geliştirme” gibi önlemlerle sera gazı emisyonlarını düşürürken biz nasıl olur da hala daha “daha fazla alanda üretim” gibi antroposen tarım devrimine uygun olmayan bir stratejiyi destekliyoruz.

Artık daha fazla arazide üretim yapma yerine daha verimli üretimden bahsetmek zorundayız. Uzmanlar pek çok üründe verimin hala düşük olduğunu, verim artışı yaparak Türkiye’de hem rekoltenin artırılabileceğini hem de çiftçi gelirlerinin yükseltilebileceğini, vahşi sulama kaynaklı su güvenliği sorunumuz olduğunu söylerken nasıl olur da ekilmeyen tarım arazilerinin (aslın da ekilmeyen tarım arazilerinin söylenen kadar olmadığına yönelik kanıtları bilmemize rağmen) kiralanmasına yönelik planlama Resmi Gazete’de yayınlandı ve gündem değiştirildi.

ELDEKİ SU YETMEZKEN YENİ ARAZİLER NASIL SULANACAK

Eldeki su gerçek verimli tarım arazilerini sulamaya yetmezken, üretilen ürünlerde arz fazlası varken kavun/karpuz/domates sokağa dökülürken, ihracatta azalmalar gündemdeyken. İç pazarda özellikle süt ürünleri gibi pek çok kalemde satışlar düşmeye başlamışken neden iki yıl üstü üste ekilmeyen arazilerle ilgili düzenleme gündeme getirildi.

Tüm paydaşların üretimde planlı dönemle ilgili atılmış güzel adımları desteklediği bir süreçte, hayvancılıkla ilgili daha kalıcı çözümler masadayken gelen “ekilmeyen tarım arazilerini devlet kiralayacak” düzenlemesi algıyı maalesef değiştirdi.

Eleştiriler komplo teorilerini aratmayacak kadar detaylı

  • Söz konusu araziler şirketlere mi kiralanacak
  • Amaç gıda bankacılığı yaparak çiftçinin elinden toprağını almak mı?
  • Küçük çiftçiler mülksüzleştirilecek mi?
  • Tarımsal örgütler kiralama yaparak onların güçlenmesi sağlanacak
  • Küçük çiftçiler yok edilecek, büyüklerin arazi toplayabilmelerinin önü açılacak

Komşunun Arazisine Göz Dikmek

Tüm bu soruların cevabı gelecek aylarda. Muhtemelen bu düzenleme de raflara kalkacak, unutulacak. Kimse üç beş dönümlük parça başı arazinin peşine düşmeyecek. Köylerde gerçekten tarım yapanların işine yarayacak birkaç kiralama dışında kimse kimsenin arazisine talip olmayacak. Yasal olarak uygun olsa da etik olarak komşunun arazisine göz dikmek gibi algılanıp kiralamada çekimser kalınacak. Büyük/atıl/verimli tarım arazisi varsa (varsa da boşta olmadığını düşünüyorum) işte onlar muhtemelen büyük şirketler tarafından kiralanacak. Hem kiralayan hem de kira alan mirasçılar için güzel olacak.

Bir tarafta bunlar olurken öbür tarafta yaşanan sorunlarla ilgili tarımda gerçek çözüm üretecek önerilerden eksik yorumlar, memleketin entelektüel seviyeden/tarımda bilimsel stratejilerden ne kadar ırak olduğumuzun göstergesi. Herkes Tarım Konuşuyor Konudan nemalanmaya çalışan ama konuyla ilgili bilgisi yeterli düzeyde olmayan isimler, dünyanın her yerinde kullanılan “toprakta depolama” için “buğday mezarlığı” diyor.

Binlerce defa anlatılmasına rağmen hala “buğday, ithal ediliyor Türkiye dışarıya bağımlı” gibi kullanımlarla tarım ve gıdanın geleceğine, çiftçi sorunlarına zerre faydası olmayan açıklamalar yapıyor. Bazı iyi niyetliler “kırsal kalkınma enstitüleri kurulsun” derken önerilerin içini açıp baktığında gerçekçi bir çözüm bulunamıyor. Amaçları “vurun abalıya” kimsenin çiftçi umurunda değil.

Ezcümle; yaşadıklarımızın ortak noktası herkes kendince iyi niyetli olsa da/kimse konunun özüne odaklanamıyor. İklim değişikliğinin tarımı nasıl tehdit ettiğinin farkında değiliz. Çiftçiyi tanımıyor, sorunların gerçek sebebini işimize geldiği gibi yorumluyoruz. “Köy enstitüleri açılsın, kooperatifler kurulsun, gençler desteklensin, kadınlara pozitif ayrımcılık yapılsın” gibi palyatif önerilerle dünyadan kopuk, tarım endüstrisinin geldiği noktadan habersiz, beslenme kültürünün gidişatından ari önerilerde bulunarak çözümün değil kaosun parçası oluyoruz.

Uzun yıllardır yanlış stratejiyle yıkılan tarım ekosistemi bir taraftan da konuyla ilgili ahkâm kesen tarafların bağrışmalarıyla yoruluyor. Gün sonunda çiftçinin hiçbir sorununa çözüm üretilemezken çiftçi üzerinden ses çıkaranlar popülarite kazanıyor. Kendi maaşları ve gelirleriyle ilgili yorum yapmayan milletvekilleri/ yazarlar/ sanatçılar/ sosyal medyanın hurafe kral ve kraliçelerinin çiftçi gelirleri üzerinden şan şöhret kazanmaya çalışmaları /gelirlerini artırmaları manidar.